Türkiye'de her 7 kişiden biri diyabetli

EndoBridge yıllık toplantılarının yedincisi Amerikan Endokrin Derneği , Avrupa Endokrinoloji Derneği ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği'nin iş birliğiyle Antalya'da gerçekleştirildi.

TAKİP ET

41 ülkeden 680 katılımcıyla bugüne kadarki en yüksek toplam ve yabancı delege sayısına ulaşan EndoBridge 2019, endokrinoloji alanında dünyanın en önde gelen isimlerini buluşturdu. Bilimsel programda 24 konferans ve 16 vaka tartışması oturumuyla birlikte 100'ün üzerinde sözlü ve poster vaka sunumuna yer verildi.

Avrupa Akreditasyon Konseyi tarafından kredilendirilen toplantı Türkçe, Rusça ve Arapça eşzamanlı çeviriyle İngilizce sunum dilinde yapıldı. Programda diyabet, obezite, lipid bozuklukları, tiroid, kemik ve osteoporoz, hipofiz, böbreküstü bezi, nöroendokrin tümörler, kadın ve erkek üreme endokrinolojisi dahil olmak üzere endokrinolojinin tüm problemlerine güncel yaklaşım kapsamlı bir şekilde ele alındı.

Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına, EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Amerikan Endokrin Derneği gelecek dönem başkanı Prof. Dr. Gary Hammer, Avrupa Endokrinoloji Derneği önceki dönem başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Saygılı katıldı.

En önemli konular arasında prediyabet ve diyabetin olduğunu belirten Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, dünyada 425 milyon diyabetli birey yaşadığını, bu rakamın 2040 yılında 642 milyona yükselmesinin beklendiğini söyledi.

Türkiye'de de her 7 kişiden birinde diyabet, her 3 kişiden birinde prediyabet görüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Yıldız, diyabetin kalp damar hastalığı riskini 3 kat, böbrek yetmezliği riskini 10 kat artırdığını vurguladı. Her 3 diyabetliden birinde görme kaybı geliştiğine işaret eden Prof. Yıldız, diyabete bağlı olarak dünyada her 30 saniyede bir uzuv kaybı, her 8 sekiz saniyede bir ölüm gerçekleştiğine de işaret etti.

Bunlara rağmen diyabetli bireylerin yarısının tanılarının farkında olmadığını belirten Prof. Dr. Yıldız, “Oysa diyabet hastalığının hem kendisini hem de neden olduğu diğer sağlık problemlerini erken tanı ve uygun tedaviyle önleyebilmek mümkün. Bu nedenle kan şekeri düzeylerinin normalin üzerinde olduğu ancak, henüz diyabet sınırına ulaşmadığı prediyabet durumunun ve diyabet açısından risk altındaki grupların belirlenmesi son derece önemlidir” dedi.

Prof. Dr. Yıldız, prediyabet ve diyabet açısından değerlendirilmesi gereken riskli grupları ise şöyle sıraladı:

"Fazla kilolu ya da obez olma beraberinde; anne, baba ya da kardeşlerde diyabet. Kalp damar hastalığı öyküsü. Hipertansiyon. Lipid bozuklukları. Polikistik over sendromu (PKOS). Hareketsizlik. Gestasyonel diyabet (Gebelik şekeri). Bunun dışında hiçbir riski olmasa dahi herkese mutlaka 45 yaşından itibaren şeker taraması yapılması ve normal çıkması durumunda en az 3 yılda bir tekrarlanması gerekiyor."

Türkiye'de erkeklere göre kadınlarda, diyabetin yüzde 8, prediyabetin yüzde 26 daha fazla görüldüğünü de vurgulayan Prof. Dr. Yıldız, "Ülkemizde her 7 kadından birinde PKOS bulunuyor ve PKOS diyabet riskini 4 kat artırıyor. Bu yılki ulusal verilerimiz Türkiye'de gestasyonel diyabet yani gebelik şekerinin Türkiye'de her 7 hamilelikten birini, 35 yaş üzerinde her 3 hamilelikten birini etkilediğini gösteriyor. Bu rakamlar dünyaya göre oldukça yüksek. Aynı çalışmanın sonuçlarına göre anne yaşı yanında annenin gebelik öncesi vücut ağırlığı, daha önceki gebeliklerinde şeker yüksekliği ve aile bireylerinde şeker hastalığı öyküsü önemli risk faktörleri" dedi.

Gebelikte şeker hastalığının gebelik esnasında ve sonrasında hem anne hem de bebek için çok önemli sağlık riskleri taşıdığı uyarısında da bulunan Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, "Gestasyonel diyabetli annelerin yarısında doğumdan sonra 5-10 yıl içinde tip 2 diyabet gelişiyor. Tip 2 diyabet gelişimini sağlıklı yaşam tarzı ile önemli oranda engellemek mümkün. Dünyada erken ölümlerin yüzde 70'inden fazlasında ergenlik çağından itibaren kazanılan yaşam alışkanlıklarının etkili ve haftada 150 dakikalık egzersiz beraberinde sağlıklı beslenme diyabet riskini yarıdan fazla azaltıyor" dedi.

Bilateral adrenokortikal kitlelerin yönetimi hakkında konuşan Prof. Dr. Gary Hammer, nispeten nadir görüldüğü ve sistemik veya adrenal-spesifik hastalıkların geniş bir yelpazesini temsil edebildiğini söyledi. Bu kitlelerin bazıları 'benign' (iyi huylu) iken, diğerlerinin 'lethal' (öldürücü) olabildiğini kaydeden Prof. Dr. Hammer, “Yönetim açısından sistemik belirti/semptomlara ve bilateral genişlemenin bir adrenal primer hiperfonksiyonel rahatsızlığa veya tam tersine adrenal yetmezlikle kendini gösteren ekstra-adrenal infiltrasyon hastalığına dönüşebilme olasılığına çok dikkat edilmesi gerekir. Onkolojik malignite riski her zaman değerlendirilmelidir. Prezentasyon ve hastanın seyri ile ilgili görülen büyük değişkenliğin yanı sıra bilateral genişleme olarak ortaya çıkan primer malignitelerin nadir görülmesi göz önüne alındığında, bu vakaların en iyi endokrinolog tarafından değerlendirilip bakımlarının yapılacağına ve belirli durumlarda uzmanlaşmış merkezlere sevk edilmesi gerektiğine inanıyoruz" dedi.

Bilim insanlarının son 20 yılda önemli bir yanlışa imza attıkları ve kanserin DNA'lardaki mutasyonlara bağlı ortaya çıktığının söylediklerini dile getiren Prof. Dr. Van Der Lely, “Ancak DNA'ya baktığınızda hücrelerin tüm izleri taşıması gerekiyor. Milyarlarca mutasyon analizi yaparak neden daha yaşlı insanların kansere yakalandığını tespit edeceğini düşündük ve dönüm noktasına geldik. 62 yaşındayım benim dokularım mutasyonlarla yüklü. Mikroskopla bu dokulara baktığınızda kanser olup olmadığını anlayabiliyorsunuz. O dokuların mutasyon oranına baktığınızda bunların benzerlik gösterdiğini görebilirsiniz. Sadece mutasyonlar değil başka değişikliklerde önemli. Giderek yıllar içinde genlerdeki mutasyonların değil, obezitenin genlerdeki mutasyona sebep olduğu ve bunun sonucunda da mutasyonların kansere neden olduğu ortaya çıkmaktadır. Diyelim ki tamamen sağlıklı bir aileden çocuk evlat edindiniz ve yeni ailede bir-iki kanser öyküsü var. O zaman çocuğun kansere yakalanma riski 5 kat artıyor. Yani sadece genler değil çocuğun yaşadığı ortamda kansere etki ediyor. Dünyada kanser araştırmalarının yüzde 90'ı gen araştırmalarına ayrılmış durumda" dedi.

Hipofiz bezi ve hastalıklarının toplumda oldukça az bilindiğini belirten Prof. Dr. Füsun Saygılı ise, salgılandığı hormonlar sayesinde kadınların yumurtalıklarında, erkeklerin testislerinde, cinsel fonksiyonlar gerçekleştiği ve eğer bu hormonları üretemezse insanların da üreyemeyeceğini kaydetti.

Hipofiz oldukça önemli bir merkez olduğunu belirten Prof. Dr. Saygılı, “Hormonlar salgı bezleri tarafından kana verilir. Bu salgı bezlerinin orkestra şefi hipofiz bezidir. Hipofiz bezi kafa tabanında yerleşiktir; birçok düzenleyici hormon salgılayan farklı yapıda hücreler içerir. Bu hücrelerden bazıları aşırı çoğalma gösterip tümörleşebilir ve fazla miktarda hormon salgılayabilir” dedi.

Prof. Dr. Saygılı, sonuç olarak ortaya çıkan hastalıkları ise şöyle sıraladı:

“Aşırı hormon salgılanmasına bağlı belirtiler ortaya çıkar. Tümör dokusunun baskısı ile diğer hormonların salgılanması sekteye uğrayabilir. Hipofize komşu yapılar, örneğin sinirler etkilenir ve yine örneğin görme kaybı ortaya çıkar. Bazen de bu tümörler başka amaçla çekilen filmlerde tamamen rastlantısal olarak yakalanır. Kadınlarda adetlerin kesilmesi, memeden süt gelme, erkeklerde sertleşme kusuru. Vücudun bazı kısımlarının büyümesi ile kendini gösteren akromegali. Kas güçsüzlüğü, kan basıncı- kan şekerinde yükselme, cildin kolay zedelenmesi ile kendini gösteren Cushing Sendromu. Titreme, terleme, çarpıntı, guatr bulguları ile ortaya çıkan TSHoma. Halsizlik, yorgunluk, aşırı miktarda idrar yapma belirtileri ile tanınan diyabetes insipidus hipofiz bezi hastalıklarıdır. Hipofiz bezi hastalıkları tanısını koyarken hormon tetkikleri, hipofiz bezinin MR ile görüntülenmesi ve görme alanı testlerine ihtiyaç vardır. Hipofiz hastalıklarının tedavisinde ilaçlar, cerrahi yöntemler ve ışın tedavisi kullanılır."

Bakmadan Geçme