Damla Zararsız

Dünyadan dünyalılara...

Damla Zararsız

Sevgili halkım,

Siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım, demek isterdim ama ilahi düzene karşı gelinmiyor. O yüzden her zamanki gibi ağır aksak dönüyor olacağım. Baktım anlamıyorsunuz beni, görmezden geliyorsunuz işaretlerimi, ben de bir mektup yazmak istedim. Gittikçe büyüyor yalnızlığım şiirdeki gibi. Yaş otuz beşe gelince, siz yolu yarılarsınız da benim yolum bitmez mi sanırsınız?

Öyle yorgunum ki... Hazır çıkmışken yasası beklemeyeyim hiç bir umuda gebe olmayan yılları... Yazayım SGK'ya dilekçeyi, gideyim uzaklara toplayıp tası tarağı...

Diyorum demesine de, şefkatli bir ana gibi kıyamıyorum size. Ben olmasam haliniz nasıl olur? Ne yer ne içersiniz?

Siz, en iyisi kulak verin bana, dinleyin derdimi. Alıverin emekliliğin eşiğinden beni. Omuzlarım ağrıdı, belim büküldü, dişim döküldü taşımaktan bu yükü. İçim sıkıldı... Bir of çektim, karşıki galaksiler yıkıldı. Durup dururken aklıma takıldı: "Sevgi neydi?" diye soran kadın buldu mu cevabını? Sahi ne oldu size? Ne çabuk unuttunuz sevmeyi? Ben bu günler için mi besleyip büyüttüm sizi?

Sitemimi mazur görün kızmayın bana. Titreyip kendinize gelesiniz diye tüm çabam. O kadarcık zahmetim de olsun size. Az değil milyonlarca yılımı verdim topraklarımda sevgi hüküm sürsün diye. Siz ne yaptınız? Umarsızca kalp kırdınız, sevmeyi alelade işlerle bir saydınız, maymunlar gibi her dala tutunup sallandınız, unuttunuz emeği, unuttunuz değer vermeyi ve çoğalttınız ipe sapa gelmez beklentilerinizi. Oysa ki, benim olan sizindi. Esirgemedim nimetlerimi... Sırf siz dost olun, sevin, sevilin diye döndüm durdum yıllarca. Doğayı, hayvanları, çocukları verdim size salt sevgiyi her an görüp hatırlayasınız diye.

Ama siz sitemli şarkılar söyleyip umutsuzluk dolu kitaplar okudunuz. Resimlerinizde siyah beyazdı en renkli bahar manzaraları bile. Masumdu bana gelişiniz. Çocuktunuz çoktu sevginiz. Çizimleriniz rengarenkti, şarkılarınız dokuz sekiz... Kaybolmamak için yere ekmek kırıntıları sererdiniz. Gökten düşen elmaları tişörtünüze siler de yerdiniz. Kötü cadıya, büyücülere sevgi ile ders verirdiniz. Ölmesin diye küçük kara balık, son sayfayı çevirmeye gitmezdi elleriniz.

"Biz büyüdük ve kirlendi dünya." dediniz. Oysa, kirlenen ben değilim, sizin zihniniz...

Hayal kurmayı, masallara inanmayı, mutlu sonlar ummayı unutalı beri rutubet kokuyor zihniniz. Ne çok iç çekerim baktıkça halinize bilseniz...

"Ah!" derim Didem’den hallice... Ve gözlerim yaşarıyor Zeki'yi, Müzeyyen'i dinledikçe. Ama konumuz bu değil.

Ne diyordum?

Yoruldum be halkım...

Taşımaktan bunca yükü yoruldum.

Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.

Satırlarıma son verirken büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden...

...

Çocukluğun masum kapısından çabucak kaçmak isterdik hep. Büyümek rengarenk bir dünyaya tavşan deliğinden atlamak zannederdik. Parmaklarımızın ucuna yükselir boyumuzu uzatırdık. İki tekerlekli bisiklete binip tek başımıza bakkala gidebilmekle hava atardık arkadaşlarımıza. Bir gün geldi -o gün tam olarak hangi gündü bilmiyorum- büyüdük ve hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sancılı bir doğumla getirdik meydana kendi kendimizi. Herkesin büyüme yolculuğu farklıdır. Kimisi sorumluluk alınca kimisi aile kurunca kimileri de yalnız kalınca anlar büyüdüğünü... Benim içinse büyümek unutmaktır. Çocukluğu, masumiyeti, umudu, mutlu sonları...

Geçen gün Instagram’da bir postun altında müthiş bir yazıya denk geldim. Yabancı dil eğitimcisi Semih Uçar'a ait bir motivasyon yazısıydı aslında. Ama bende çok farklı hisler uyandırıp bu yazıyı yazmama ilham oldu diyebilirim.

"Ben çocuk kitaplarını çok erken terk ettim. Jules Verne'den Dostoyevski'ye geçtim. Bunu övünerek değil, üzülerek söylüyorum. Şimdiki aklım olsa daha uzun süre çocuk edebiyatında kalırdım."

Yazının tamamını alıntılamam mümkün olsaydı keşke. Ama beni çocukluğun saf sevgisiyle dolu günlerine götüren o yazının en can alıcı cümleleri bunlardı bana göre. Büyümeyi marifet sandık hep. Ama büyüdükçe artan kaygılardan hep çocukluğumuzu anımsayarak kaçtık. Diyorum ki, Uçar'ın yazısındaki gibi alalım elimize bir çocuk kitabı ve dönelim eski güzel günlere...

Ne diyordu dünya? Büyümek kirletiyordu zihnimizi. O halde zihinler için arınma vakti. Don Kişot ile döneceğim eski temiz zihnime.

Peki ya siz?

Yazarın Diğer Yazıları