Damla Zararsız

Kuru ümitler üstüne

Damla Zararsız

Geçmiş...

"Ümit etmenin yorgunluğudur."

Böyle diyordu Nuray. Alelade bir söz gibi dursa da yalnızca ümit kırıklarını geçmişin sandığında güvelenmesin diye ara ara havalandırırken naftalin kokusu ciğerine dolanları alıp başka alemlere götürecek kadar tesirlidir.

Edebiyatı seven, karakterlerine edebi cümleler kurdurup her filmde bizlere bir kaç aforizma armağan eden Nuri Bilge Ceylan ve beş yıl aradan sonra sinemamızdaki dram açığına ilaç gibi gelen filmi Kuru Otlar Üstüne hakkında konuşalım istedim.

Doğunun zorlu şartlarında mesleğini icra eden bir kaç genç öğretmenin karşılaştığı zorluklar diyebiliriz filmin konusuna. Yeter mi? Yetmez. Türkiye gerçeklerini, acılarını, geçmişini ve unutulanlarını gözler önüne seren bir film diyebilirim.

Filmde her karakterin iyi ve karanlık yanları var. Kimseye derin bir sempati veya nefret duyamıyorsunuz. İzlerken sanki kurgu bir film değil gerçekte var olan birilerinin hayatına seyirci kalıyormuşsunuz gibi bir his veriyor.

Kendi hayatı dahil her şeye uzaktan bakan, kendini yüksekte gören, yolunda gitmeyen şeyler için hep başkalarını suçlayan, mutlu olmak için hep sonrayı bekleyen bir resim öğretmeni Samet. Kenan ise heyecanlı, candan ve doğal bir Doğu insanı, yalnız, mutlu olmak için uyumlu olmaya çalışan bir Sosyal Bilgiler öğretmeni. Nuray, genç yaşta Ankara tren garı patlamasında bacağını kaybetmiş, sol görüşlü,  akıllı, resme yetenekli genç bir İngilizce öğretmeni.

Samet ve Kenan aynı okulda görev yapmaktadır ve aynı lojmanı paylaşırlar. Samet zorunlu hizmet süresini tamamlayıp gitmek üzereyken bir bacağı protez olan Nuray ile tanıştırılır. Ancak Samet gitmek üzere olduğundan mı yoksa kibrinden mi bilinmez kızı kendine değil ev arkadaşı Kenan'a denk görür ve tanıştırır. Buradan bakınca bir aşk hikayesi gibi dursa da bir yandan çoğunluğu aynı sınıfın içinde geçen okul sahnelerini izlemekteyiz.

Tüm öğretmenlerinin gözdesi olan, zeki, çalışkan bir öğrenci olan Sevim; öğretmeni Kenan'a çocukça bir aşk besler. Bu aşkı dile getirdiği bir mektup bir şekilde açığa çıkar ve olaylar buradan sonra bambaşka bir yöne akar.

Toplumun tutucu bakış açısını, mezhep ve kültür farklarını, doğru işlemeyen bürokrasiyi, insanların içindeki karanlık yanları öyle güzel kondurmuş ki filmin akışına beş yıl beklemesine değmiş dedirtiyor yönetmenimiz Ceylan. Üç saati aşkın film süresince merak öğesini canlı tutuyor ve izleyeni hikayenin içine çekiyor.

Filmde bana göre pek çok can alıcı sahne vardı. Ancak biri çok daha derindi. Filmi hala izlememiş olanlar okumaya burada son versin lütfen.

Samet Öğretmen, çocuklara çizmesi için doğada çektiği fotoğraflardan örnekler getirir. Çocuklar itiraz eder. Bu görselleri her zaman gördüklerini deniz resmi çizmek istediklerini söylerler. Öğretmen çocuklara görmedikleri bir şeyi çizmenin zor olduğunu söyler ve çocukları küçümser.

Geçmiş ümit kırıkları demektir doğru, peki ya gelecek? Ümit etmek değil midir? Denizi görmek bazı çocuklar için imkansız mıdır sahiden? Kendime bu soruları sorarken boğazım düğümlendi. Soracak çok soru ile baş başa bırakacak bir film olmuş gerçekten. Tıpkı Ahlat Ağacı ve Kış Uykusu gibi iz bırakan karakterler yaratılmış. İzleyin efendim. İzleyin ve düşünün. İzleyin ve sorun. İzleyin ve konuşun. İzleyin ve ümit edin...

Yazarın Diğer Yazıları