Damla Zararsız

İyi yolculuklar

Damla Zararsız

İçinde yaşadığımız hiç bir anı tam olarak sevip kabullenemiyoruz nedense... Yazın karlı havayı, kışın denize girmeyi, tatil günleri iş yerimizi, kestirince uzun saçlarımızı, kaybettiğimiz zaman yan yanayken kıymetini bilmediğimiz insanları ve sıklıkla geçmişi hatta hep geçmişi özlüyoruz.

Çocukken okula başlamayı, okurken mezun olmayı, mezun olunca iş hayatını, çalışırken emekli olmayı düşlüyor ve her seferinde hüzünlü gözlerle eski fotoğraflara bakıyoruz.

Çoğumuzun Sezen Aksu'nun sesinden aşina olduğu Murathan Mungan şiirindeki gibi herkesin arkadaş olduğu, oyunların sürdüğü, şarkıların bizi incitmediği zamanları özlüyoruz hepimiz.

Peki, bu zavallı şimdiki zaman ne yaptı bize? Yedi çocuğun ortancası gibi kalakalmış arada. Nasıl yapsak da sevip kabullensek?

Daha önce “Şimdiki An Farkındalığı” isimli kitaptan bahsetmiştim. Hala okumadıysanız yeri gelmişken bir kez daha tavsiye edeyim. Ama bugün başka bir açıdan ele alalım zamanı...

Gün içinde binlerce düşünce geçiyor zihnimizden. Meyve soyarken ödevleri, spor yaparken faturaları, çay içerken 20 yıldır görmediğimiz eski arkadaşımızı, dizi izlerken gündüz duyduğumuz şarkının sözlerini...

Her zaman geçmişe dair bir anı ve geleceğe dair bir plan kemiriyor beynimizi. Çoğumuz şimdinin şartlarını düşünmüyoruz.

Oysa ki, ciğerlerimize çekebildiğimiz her nefesin, yaşadığımız her anın bir anlamı var. Yolda yürürken rüzgarla dalından kopup savrulan yaprağın, yerde yürüyen karıncanın, olmadık yerlerde büyüyen ısırgan otunun, güneşle uzayıp kısılan gölgenin...

Kısacası, hiç bir şey dünyaya bir arkadaşa bakıp çıksın diye gelmez. Her varlığın bir amacı var. Herkesçe bilinen ilkokul ders kitabı niteliğinde bilgileri tekrar edecek değilim. Sadece bir hatırlatma yapmak istedim. Bunca canlı çeşitliliği içerisinde bir tek insanlar zamanın içinde sıkışıp kalıyor. Biraz kendimizi hayatın akışına bırakabilsek örneğin bir meyve ağacı gibi bahar ayları çiçeklenip rengarenk olabilmeyi, bir kuş gibi bizi hayatta tutacak iklime kanat çırpmayı, solucan misali toprağı aşıp gün yüzüne çıkmayı bir öğrensek yani insan olmanın kibrini ve bencilliğini bir kenara bırakıp doğanın ve akışın bir parçası olsak dünyanın ömrü binlerce yıl uzardı belki.

Oysa biz, dünyaya hırslarımız, duygularımız, başarımız, egomuz ve olmazsa olmaz elâlemi mutlu etmek için gelmiş gibi davranıyoruz.

Gelişim bir süreçtir ve doğumdan ölüme kadar sürer. Eğitim derslerinin olmazsa olmaz cümlesidir bu. Üstüne aylarca konuşulur, tartışılır, ezberleyene kadar tekrar edilir. Hadi biraz birlikte irdeleyelim. Madem ki, gelişim doğumdan ölüme kadar sürüyor ve madem ki bir süreç bazı anları bir ömre eş değer tutup yıllarca hatırlayıp üstüne düşünmek, hayıflanmak niye?

Tabii ki, kimse hafızasını tamamen silsin demiyorum. Bir anı yalnızca bir anı kadar değerli olmalı. Bir kitapta rastladığım şu cümlenin de dediği gibi: Hayat bir yolculuktur. Mutlu olmadığınız duraklarda fazla oyalanmayın.

Bir kez olsun gerçekten kendi yolculuğumuza bakıp soralım mı kendimize? Ben neden çıktım yola? Nereye gidiyorum? Hangi yolu kullanıyorum? Yol arkadaşım kimler? Yalnız mıyım yoksa bir kalabalığın parçası mı?

İnanın bana bu sorulara doğru yanıtları buldukça daha güçlü, daha faydalı ve daha mutlu hissedeceksiniz. Soruların cevaplarını not almayı unutmayın. Ve lütfen tarih atın. Çünkü zaman içinde değişen düşüncelerinizi görmek sizi yolculuğunuzun neresinde olduğunuza dair aydınlatacak. İyi yolculuklar...

Yazarın Diğer Yazıları